Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi Çalışanları

yazar:

kategori:

Dokuz Eylül Çalışanları

Hayat, bazen insanı hiç beklemediği bir kavşağa getirir. Bir sabah kalkar, sıradan bir günü yaşadığını sanırsınız; ama meğer kalbiniz, bedeninizin size sessizce bir şeyler fısıldıyordur.

Aydın’da yapılan muayene sonrasında, anjiyografi olmam gerektiği bildirildiğinde, içimde belirsiz bir tedirginlik kıpırdanmaya başlamıştı. Sağlık dediğimiz şey, varlığını hissettirmediği sürece farkına varmadığımız bir hazineymiş meğer. Bu süreçte, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı’ndan Sayın Prof. Dr. Özer Badak hocamızla irtibata geçtik.

29 Haziran 2015 Pazartesi günü, hocamızın yönlendirmesiyle servise yatışım yapıldı. Bir gün sonra ise Prof. Dr. Özer Badak ve ekibi, büyük bir titizlikle anjiyografimi gerçekleştirdi. Hastane koridorlarında görev alan her bir personel, bir çarkın vazgeçilmez dişlisi gibiydi; görev bilinciyle, hastaların hem fiziksel acılarını hafifletiyor hem de moral desteğiyle ruhlarına şifa oluyorlardı.

Ancak yapılan anjiyografi sonucunda beklenmeyen, hatta oldukça ağır bir tabloyla karşılaştım. Kalbimi besleyen üç damarın ikisi %100, biri ise %80 oranında tıkalıydı. Gözlerimin önünde beliren bu yeni gerçekle yüzleşmek, kolay değildi. Prof. Dr. Özer Badak, bu veriler ışığında vakit kaybetmeden by-pass ameliyatı olmam gerektiğini ifade etti.

Yönlendirildiğim Kalp Damar Cerrahisi Bölümünde, bu kez Prof. Dr. Şevket Baran Uğurlu hocamızla görüştük. Tüm açıklığı ve güven veren duruşuyla bir hafta sonrasına ameliyat gününü verdi. Hayatımın akışı o gün, birden yön değiştirdi. Seçeneklerin darlığında, geriye sadece bir şey kalmıştı: Güvenmek. Ve ben, o güveni hocamın gözlerinde bulmuştum.

07 Temmuz 2015 Salı günü, kendimi Prof. Dr. Şevket Baran Uğurlu ve ekibine gönül rahatlığıyla teslim ettim. Beş saat süren başarılı bir operasyonun ardından, iki saat de yoğun bakım ünitesinde kaldım. Servise çıkarıldığımda sanki yeniden doğmuş gibiydim. O anın tarifsizliği, hem şükrü hem umudu aynı anda taşıyordu içinde.

Serviste geçirdiğim yedi gün boyunca, sadece bedenim değil, ruhum da iyileşmeye başladı. Doktorundan hemşiresine, teknisyeninden hizmetlisine kadar herkes görevini yalnızca mesleki sorumlulukla değil, bir insanlık borcu hissiyatıyla yerine getiriyordu. Geceleri nöbet tutan bir hemşirenin sessiz adımları, ağrılarım kadar derinleşmiş yalnızlığımı hafifletiyordu. Asistanların içten ilgisi, hasta yatağını bir sınıfa dönüştürüyordu adeta; bilgiyle, şefkatle yoğrulmuş bir öğretinin içinde hissediyordum kendimi.

O hastane odasında zaman zaman kalbimin sesini dinledim; bazen hayatı yeniden anlamlandırdım. İnsan, en çok ölümle yüzleştiği yerde yaşamı öğreniyor.

Ve bu zorlu süreci ardımda bırakırken, minnettarlıkla doluyum.

Anjiyografimden ameliyatıma, iyileşme sürecimin her anında yanımda olan; bilgi, beceri ve vicdan üçlüsüyle mesleğini icra eden başta Prof. Dr. Özer Badak ve ekibine, ameliyat sürecinde güveni omuzlarıma yükleyen Prof. Dr. Şevket Baran Uğurlu ve ekibine, adlarını tek tek bilmesem de kalbime adlarını işlemiş olan tüm asistanlara, hemşirelere, personellere gönülden teşekkür ederim.

Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi çalışanları…
Siz sadece hastaları tedavi etmiyorsunuz, aynı zamanda yarınlara umut eken gizli kahramanlarsınız.

İyi ki varsınız.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir