Toprağın Çağrısı – Üretmek mi, Tüketmek mi?
İnsan neden yaşar?
Yalnızca nefes almak için mi, yoksa toprağa dokunup hayatı büyütmek için mi?
Bir lokma ekmek için ne kadar derin bir tarih yazılmıştır, hiç düşündünüz mü?
Beslenme, sadece karnımızı doyurmak değildir; insanın doğayla, kendisiyle ve diğer insanlarla kurduğu en temel bağdır. O hâlde sormak gerekir:
Bir toplum, bu bağı koparırsa ne olur?
Üretmeden tüketmeye alışan bir milletin, geleceği olur mu?
Bir zamanlar bu topraklar, bereketin adıdır. Anadolu, kendi kendine yetebilen birkaç ülkeden biri olarak anılırdı. Peki, bugün geldiğimiz noktada, neden dışarıya bağımlı hâle geldik?
Tarımı göz ardı etmek; sadece ekinleri değil, köyleri, kültürleri, geçmişi ve geleceği ihmal etmektir.
Kendi çiftçisini terk eden bir ülke, hangi güvenle başka milletlerin ürününe bel bağlar?
Daha kolayı seçtik belki.
Dışarıdan almak, içeride üretmekten daha ucuz göründü.
Ama biz bu tercihleri yaparken;
Hiç düşündük mü bir traktörün sessizliğinin ardında hangi çığlıklar gizlidir?
Tarlası boş kalan bir çiftçi ne hisseder?
Kimi zaman toprağından, kimi zaman onurundan vazgeçmek zorunda kalan insanın iç dünyasında ne fırtınalar kopar?
Afrika’da arazi kiralayıp üretim yapmaya çalışırken,
Trakya büyüklüğünde alanlarımız neden boş durur?
Biz neden kendi toprağımıza sırt döneriz?
Köklerinden uzak bir ağaç, ne kadar yaşayabilir?
Savaşlar olur, ticaret yolları kapanır, gıda zincirleri kırılır.
O zaman açlık yalnızca bir karın meselesi değil, bir ulusun varlık sorunu hâline gelir.
Her ülke, önce kendi insanını doyurmak ister.
Peki biz?
Kendi halkımızı doyuramayacak hâle gelirsek, bağımsızlığımızdan nasıl söz ederiz?
Bir kilo buğday, bir damla ayçiçek yağı, sadece ürün değil;
aynı zamanda bir milletin direnişidir.
Bir çiftçinin alnındaki ter, yalnızca bir emek değil, bir mücadeledir.
Ve o mücadele, sessizce terk edilmeyi hak etmez.
O hâlde cevap açık:
Bilimsel, kararlı, uzun vadeli tarım politikalarına ihtiyacımız var.
Çünkü gıda, sadece pazar malı değil, yaşamsal bir haktır.
Eğer toprağa ihanet edersek, tarih bizi affeder mi?
Ve en nihayetinde şu soruyla baş başa kalırız:
Toprağı olmayanın geleceği olur mu?
Üretmeyen bir halk, gerçekten özgür müdür?

Bir yanıt yazın